Dün gece izlediğim müthiş film..
Her ne kadar Cennetin rengi olarak çevrilmiş olsa da Farsça'dan birebir çevirisi "Allah'ın rengi"dir.
Şimdiye kadar izlediğim filmler arasında en üzücü ve izlerken huzurumu kaçıran bir film ama kim ne derse desin hayata dair bir film. Yönetmen Mecid Mecidi zaten İran'ın en sevilen yönetmenlerinden ve ödüle doymayan bir duayen.
Spoiler.. Muhammed gözleri görmeyen minik bir çocuktur. Şehirde körler için olan özel bir okula gider. Gözleri görmese de parmak uçları ile her yere dokunur, kuşların seslerine olan ilgili parmakları ile ritm yapmasını sağlar. Annesini küçük yaşta kaybetmiştir ve depresyonun eşiğinde olan babası, 2 kız kardeşi ve ninesi ile beraber bir köyde yaşarlar. Okullar 3 aylık tatile girdiğinde aileler okuldan çocuklarını almaya gelir ancak en son Muhammed'in babası okulun kapısında belirir. İnsanlıktan payını alamamış bu adam okul müdürüne giderek "Ben bu çocuğa bakamam, burada kalsın.." gibi içler acısı bir cümle sarfeder... Muhammed'in engeli görememesi değil, babasıdır!
Allahın rengi filmin 2 yerinde ön plana çıkıyor... Biri filmin ortalarında ninenin ruhunu teslim ettiği anda, ikinci duygulu an ise filmin sonunda Muhammed'in elinde....
Daha fazla filmi anlatmak istemiyorum. Sadece aşırı bir tavsiye, lütfen izleyin, izlettirin..
Daha önce yazdığım bir yazım vardı... Onu da burada yeniden paylaşmak istiyorum. Kör olmak ya da olmamak ismiyle kaleme almıştım.
Nine'nin hızır'ı çırpınan bir balık olup geldi. Nine "bembeyaz" elleriyle suya, yuvasına bıraktı balığı. Nine görüyor.
Muhammed'in babasının hızır'ı, ters dönmüş, çırpınan zavallı bir kaplumbağa idi.
Ama baba onu göremedi. (Ekşisözlükten alıntıdır.)