10 Ağustos 2022 Çarşamba

Reng-i Hoda 1999



Dün gece izlediğim müthiş film..

Her ne kadar Cennetin rengi olarak çevrilmiş olsa da Farsça'dan birebir çevirisi "Allah'ın rengi"dir.

Şimdiye kadar izlediğim filmler arasında en üzücü ve izlerken huzurumu kaçıran bir film ama kim ne derse desin hayata dair bir film. Yönetmen Mecid Mecidi zaten İran'ın en sevilen yönetmenlerinden ve ödüle doymayan bir duayen.

Spoiler.. Muhammed gözleri görmeyen minik bir çocuktur. Şehirde körler için olan özel bir okula gider. Gözleri görmese de parmak uçları ile her yere dokunur, kuşların seslerine olan ilgili parmakları ile ritm yapmasını sağlar. Annesini küçük yaşta kaybetmiştir ve depresyonun eşiğinde olan babası, 2 kız kardeşi ve ninesi ile beraber bir köyde yaşarlar. Okullar 3 aylık tatile girdiğinde aileler okuldan çocuklarını almaya gelir ancak en son Muhammed'in babası okulun kapısında belirir. İnsanlıktan payını alamamış bu adam okul müdürüne giderek "Ben bu çocuğa bakamam, burada kalsın.." gibi içler acısı bir cümle sarfeder... Muhammed'in engeli görememesi değil, babasıdır!

Allahın rengi filmin 2 yerinde ön plana çıkıyor... Biri filmin ortalarında ninenin ruhunu teslim ettiği anda, ikinci duygulu an ise filmin sonunda Muhammed'in elinde....

Daha fazla filmi anlatmak istemiyorum. Sadece aşırı bir tavsiye, lütfen izleyin, izlettirin..

Daha önce yazdığım bir yazım vardı... Onu da burada yeniden paylaşmak istiyorum. Kör olmak ya da olmamak ismiyle kaleme almıştım.



Muhammed'in hızırı küçük bir kuş olup geldi. Muhammed küçük kuşu yuvasına koydu. Muhammed köyüne döndü. Muhammed görüyor.

Nine'nin hızır'ı çırpınan bir balık olup geldi. Nine "bembeyaz" elleriyle suya, yuvasına bıraktı balığı. Nine görüyor.

Muhammed'in babasının hızır'ı, ters dönmüş, çırpınan zavallı bir kaplumbağa idi.

Ama baba onu göremedi. (Ekşisözlükten alıntıdır.)




8 Ağustos 2022 Pazartesi

Yap bir güzellik

 Bu sene sana hic yazmadigimi farkettim. Hala burada oldugunu bilmek guzel. Eski yazilarimi biraz okudum. Pandemi donemiyle degisen insanligimiz kisiligimiz kayiplarimiz kazanclarimiz her sey ne kadarda hizlandi. O yuzden simdi burada olup biteni yazmaya kalksam kac bin sayfa olur. Olur mu? Bence olur be guzelim. Hic oralara girmeyelim. Ekonomi ile altust olan dengelere de girmeyecegim. Bugun olan vaka ve olum sayisini da es geciyorum. Dunyanin 4 bin yaninda ha basladi ha baslayacak savaslari ve buyuk Istanbul depremi mi? Yok yok hic o konulara girmeyelim. Guzel seylerden bahsedelim gene.

Mesela su an nerdeyim? En guzel tatilin en guzel salincaginda, yarim ay tepemde parlarken, ruzgarin o asil sesi kulaklarimi yalarken ve asma yapraklarinin hisirtisi ile simsicak cayimi hupletirken mekanin adinin onemi tabiki kalmiyor. Doğadayim. Ruhumun tam da olmak istedigi yerde. 

Ekmeye bicmeye basladik. Kayisi agacini bitirdik mis gibi receller yaptik. Badem agacimi arada ziyaret ediyorum elimde minik bir cekicle. Bal gibi yemin ederim her bir parcasi. Incir agacimi her gun suluyorum ve agustos bitmeden sekerpare incirlerimi hupletecegim. Bugun fistik çamimizdan 5 buyuk kozalak topladik ve icinden cikan kabuklari kirarak fistiklari bir kavanoza koyduk. Helva kavurdum ve icine koyduk. Harika bir his be dostum. Kendi agacinin fistiklarini yemek. Dolmayada koyulur bunlar kisa hazirlik. :) neyse daha neler neler... 

Kis geliyor. 

Ama bu sefer endiselerimi denize birakiyorum. Koruma kalkanimi ailemi icine alacak sekilde genisletiyorum. Her sabah kimse uyanmadan kalkip yogami ve meditasyonumu yapiyorum. Taç çakramdan cikan isigi hissediyorum. Herkes hissedebilir. Sadece bir an dur. Anda dur. Ileride ya da geride degil. Simdi. Burada bir dur.

Sevgili blog. Yaklasik 10 senedir zihnimi susturmak, anda kalabilmek ve panikatak, ansiyete ve bilimum ruh halleriyle basedebilmek, kendimi gelistirmek icin ugrasiyorum. Aile dizimi ile bu aralar kafayi kirdim ama 3 atamdan otesine gecemiyorum. Ta Kafkaslardan taa Agrilardan igdirlardan gelen atalarim daha once nerede kimlerdi bilemiyorum. Ama hepinizi saygi ve hurmetle aniyorum. Sizlerin verdigi o zor sinavlarda aldiginiz tum endise ve korkulari kendimden ve evlatlarimdan sevgiyle siliyorum. Bunlar benim yüküm değil. Ozgurlesiyorum. Dnalarimdan ve genlerimden sizin kendi korkularinizla olusan tum genetik hastaliklari ozgur birakiyorum kelebeklerin kanatlari ile gokyuzume gidiyor ve sifalaniyorlar. Ben ve cocuklarim sifalaniyoruz. Biz sifayiz. Esim sifa. Esimin atlattigi o buyuk rahatsizlik, her ani mucizelerle dolu o sifalanma yolculugu bana guven veriyor. Guvendeyiz. Akisa guvenmeliyiz.

Ve sukurler olsun. Bugune gelmemi saglayan, beni buyuten, aglatan, sevindiren ve huzunlendiren bazen isyan etmeme sebep olan ama genede yoluma ayaklarimi donduren her an hepinize tesekkur ederim. Her insan. Her kisi. Hepiniz. Isik uzerinize dursun. Her yaniniz iyilikle dolsun. Sifa aksin damarlarinizdan. Huzur dolsun yuvalariniz. 

Ve en son ben. Kendimi affediyorum. Kucukken bilmeden yaptiklarim icin, gencken toyluktan yaptigin ego savaslari icin, istemeden uzdugum asklarim icin, her gitmek istedigimde gittigim icin, savasmayi secmedigim icin kendimi affediyorum. 

Kendimi de cok seviyorum ya tatliyim he... hala hircin ve asi bir kadin olsamda seviyorummm kendimiii ama biraz durmayi ve kacmamayi ogrendim. Savasmaktan ziyade teslim olmayi seciyorum. 

Isik ile.


23 Ocak 2021 Cumartesi

Bitmeyen pandemi gunlugu

 Bitmeyennn..evet su an uzandim. Ev ahalisi uyudu. Elime telefonumu aldim ve bir seyler karalayasim geldi. Aslinda hep geliyorda el gitmiyor, el gidiyorda yurek gitmiyor, bazen yurek gitsede can gitmiyor be. Bu blogger alemi de cok daraltiyor artik kimseler kalmadi yazan cizen, hep bir marka tanitimi, onu surdan aldim bunu burdan hooppp link icin yukari kaydirin, bitmek bilmeyen su lanet olasica tuketim toplumu zihniyeti canima tak etti. Aslinda canima bir cok sey tak etti. Pandemi ile degisen hayatin hep pozitif yamaclarinda dolasiyorum. Bazen en ortasina dalmaya calisiyorum ama devamli hastalik olum ve korkunun kol gezdigi bu akillanmaz insan pencereleri her sayfadan firliyor. Siz asi oldunuz mu? Bana ne pek ilgilenmiyorum aslinda. Hayir ben olmadim. Sormadilar da. Neyse hes kodunuz kac? Bu bloga da hes kodsuz almiyoruz maalesef. Zaten sigarayi da birakamadim..hatta kendime yeni yil yazisi yazmistim taslakta duruyor onu bile yayinla tusundan gonderemedim. Dursun bakalim maksat ben okurum yoksa kim okuyacak beni. 40 olacagiz yakinda ama hala 20 yasinda kalmis bir ruhun girdabindayim buyumek isteyende yok, bu kiyametin icerisinde buyumekte sacmalik zaten aksi takdirde cildirmis olmak lazim. Kuculelim. Sacma sapan seylere endiselenelim istiyorum. Bu salak tuketim toplumu bitsin ve biz uretelim istiyorum. Yedigim maydonozu organik mi bu yaa diye dusunmeden hupletmek istiyorum. Neden maydonoz dedim ki simdi? Ne bilim.severim yerim ot severim yerim yani neyse. Ne diyecektim nereye geldim. Bu pandemi biz insanlara ne ogretti ders alindi mi? Sinan Canan diyor ki bu sadece bir fragman. Uykudan uyanmadan resmin butununede hakim olmamiz cok zor? Ben uyandim mi ki? Yokkkkk sanmam. Hala gereksiz isler pesinde kosuyorum ben biraksam gereksiz isler pesimi birakmiyor. Tiklim tikis bir camiada.. sehirde.. Bitmeyen..


Telefondan yazmak daha rahatmis. Keske hep boyle yapaydim. Yapaydim nedir ya. Ay ne guzel kendi beynimce konusmalari burada dizdim iyi mi ama rahatliyor gibiyim. Huzur mu doldum bir an. Oldu gibi sanki. Gereksiz kelimelerle edebiyati parcaladim. Olsun bazen yazmak demek illa bilgi bombardimani olmamali bence cok kasiyor o da. Herkes bir konunun uzmani yazip ciziyorlar. Bilgi her yerde ama hangisi gercek? Sen kendini mesela gercek mi saniyorsun. Sen zihnini sen mi saniyorsun? Aliskanliklarinin ve toplumun dayattigi bizi korkutarak buyuttugu bir dongunun kurbanisin sadece. Inan bende oyle.  Ben kendimi biliyor muyum taniyor muyum... sen oyle san.

Bugun aksam gene yoga yaparken zihnimden gecen korkularin hepsine teslim oldum..savasana... sozde duracak ve sadece duracaktim ben ne yaptim. Zihnime dur diyemedim. Bazen sadece kendimi izliyorum ve inanamiyorum. Bu kadar kotu ve gereksiz korkular nasil buyur ve fiziksel fonksiyonlarimizi etkiler ki. Sacmalik. Cok calismak lazim. Beden kismi degisik zihin kismi degisik ama en cok ruh kismi derinnnn bir okyanus. Bazen sesini duyuyorum ruhumun. Dur dedigi, hayir selin sakin ol dedigi zamanlari cidden duyuyorum ama gercekten dinliyor muyum. Kiziyor mu bana acaba? Kesin.

Esnemek guzel, ama 1 ay esneme hareketi yapma hopppp en basa. Istikrar onemli.

Istikrar hayatin her aninda onemli, mesela su irade meselesi beni cok yoruyor ama nefsime hakim olamamak cok sacma. Zihni kontrol etmek ciddi anlamda zor. Aslinda her sey zihnin ben olmadigimi farkettigimde basladi. Kafamdan gecen dusunceler o an ile ilgili degil ve hep gecmisteki tecrubelerden akip geliyordu. Hala geliyor bu kolay is degil. Ama farketmek guzel. En azindan hala kendimi cozememis olmak guzel. Guzel seyler gelecek hissediyorum. Ama onumde zor bir donem var bunu da hissediyorum. Su an kendime yaptigim tum yatirim ileride daha guclu olabilmek icin. Zihnime sahip olmam gereken bir donemin yamacindayim. Simdi bunu burda aciklayamam blogger lutfen israr etme. Ama guzel Allahimin benim icin yazdigi bir sinavin icindeyim tam 3 senedir. Insallah anlimin akiyla cikarim. Cikabilecek miyim?

Hep bekledim seni Alkor. Belki destek olursun dedim. 2 kelimenin belini buker bir demli cay icerdik. Hayatta neler hayal ettik neler yasadik be der gulerdik. Ama artik anladim. Bu tek basima verecegim bir butunleme.

Zaten hep oyle degil midir. Anlarsin, anlarsinda biraz gec olur. Yoksa ben bosuna farkettim demiyorum. Sende bana zihnimin bir oyunusun. 


6 Kasım 2020 Cuma

Guzel Cuma

 Alcor selam,

Dün gece rüyamdaydin. Beraber ata bindik ve sonra kitaplarimizi alip ormana gittik. Sadece okuduk. Arada gozlerimizi birbirimize degdirip sadece gulumsedik ve kitabima kaldigimiz yerden devam ettik. Sadece durduk ama huzur cevrelemisti etrafimizi. Uzun zamandir ugramayan huzur. Yagmur basladi. Ama biz kalkmadik. Yagmuru seviyorduk degil mi... sonra uyandim. Ve kocaman bir bosluk.

Oylece bekledim yatagin icinde. Gozlerimi kapatip tekrar tekrar dusundum. Seni.


Sonra tekrar bosluk.

Olsun. Ara ara gel gene. Huzuru gozlerinde ozledim.


31 Ekim 2020 Cumartesi

Kırılan... Vazo


 Kırk yılı devirmek üzere yorgun bir beyin ile sonuçsuz satranç maçı sonrasındaki belirsizlik. 

Herkesin bir bedeli olduğunu düşündüğü ezbere yaşamlarda harcanan kimsesiz bir kişilik.

Nerede olduğu aşikar olsa (da) birçok cümlenin yüklemini omuzlarına yükleyen bir insan.

Öznelerden kaçan, kelimeleri yutan ve sadece bakışları ile içindeki fırtınaları dışarı kusan bir kitap.


Romanlık cümleler birikiş zihnimde ve hepsi birden dışarı çıkmak için karmaşa yaratıyor. Olsun hayat bir karmaşa iken cümleler, kelimeler kendini kaybetse ne yazar. Özlenmişlik, özlemişlik, hasretlik belki de nefretlik bir hikayenin zihnimde bir krallık kurmasına izin verdim. Krala saygımdan benden nefrette etse boyun eğiyorum. Rüyalarımda hoşgeldin diyor. Biliyorum gerçekte karşıma çıksa yüzüme bakmaz. Söyleyecek çok sözü var bana bilirim ama tenezzül edipte hak ettiğimi düşünür mü? Bilinmez. Oysa bir küfrü bile bana iltifat gelir. Kelimelerine hasret olduğum bir hikaye var bu krallıkta... Bense bir kraliçe ama ezbere yaşanmasının gerektiği bir çaresizliğin içerisine hapsoldum. Müebbet. 

Ve elbet bitecek bir zamanın olduğunu bile bilmiyorum. Vakit daralır mı? Geceler sabaha boynunu inceden gösterir mi... Dedim ya sonuçsuz bir satranç maçı sonrasındaki belirsizlik. Sadece rüyalarda kazanan benim. Kazanmak istediğimi bile farkında değilim. Kaybetsem bile ona kaybetmek isterim.

Kaybetsem bile...


O'na kaybetmek isterim.

30 Ekim 2020 Cuma

En son ne demiştim????

 Taa 2 Nisan'da blogger olma zamanı geldi demişim... Sonra ne olmuş. Susmuşum.

Susmuşum ve durmuşum. 

Durmuşum ve düşünecek çok zamanım olmuş. Yeniden hayaller kurmaya başlamışım.

Müzikler dinlemeye başlamışım. Gözlerimi dinlendirdiğim her an birini görmüşüm. Görmüşüm de ne olmuş? Durmuşum gülmüşüm ve beklemişim.

Aslında dünyanın durumu ortada. Endişe kaygı mutsuzluk huzursuzluk ve yalnızlık. Hepsi bir arada paket olarak sunuldu ve sokaklarda özgürce maskesiz yürümek, bir kaç arkadaş buluşup kahve içmenin bile ne kadar değerli olduğunu öğrendiğimiz döneme girdi. İş yerinde maskeyle oturuyor kahve çay bile içemiyoruz. Ama olsun benim umudum tam. Bence dünya bir yılan misali eski kabugundan sıyrılıp yeni bir kabuğa bürünecek. Her şeyin daha güzel olacağını düşünen insanlara ihtiyacı var dünyanın, ona sahip çıkacak, koruyup kollayacak birilerine. Bir olduğumuzu bilen birilerine. Aynı Avatar filmindeki gibi dokunduğunuz yürüdüğünüz yerlerdeki parlaklığı hissedin, köklerinizin evrenin en ucra köşelerine kadar yayıldığını bilin isterim.

Sadece dünya değil, bende kabuklarımı atıyorum. Yeni bir dünya yaratıyorum kendime. Kendimi yeniden buluyor ve daha çok sevmeye başlıyorum bedenimi, ruhumla konuşuyoruz bazı bazı... Nerdeydin diyor bunca zamandır. "Neden sesimi duymadın" Ah be ruhum, o kadar çok konuşuyordum ki ben kendimi bile duyamıyordum. Bu aralar zihnimi susturmak üzerine çalışıyorum. An içerisinde süzülmeye çalışıyorum ve gerçekten çok zor. Çoook Zorrrrr. Ama uzun bir çalışma gerektirdiğini zaten biliyordum. 

Şimdi dışarıda yağmur var. Fırtına da başladı. Bizim diğer blokta 2 corona çıktı ve bahçemizi karantinaya aldılar. Okula gitmeyen 5 yaşında bir çocuk ve daha yeni yürümeye başlamış 1 yaşındaki çocuk ile deli gibi seramik yapıyorum. Anda kalıp o an sadece yaptığım işe odaklanmaya çalışıyorum. Merdivenleri teker teker değil 3er 5er iniyorum. Arabayla her gün gittiğim yoldan değil farklı yollardan gidiyorum ve erken yatıp kitaplara sarılıyorum.


Sen neler yapıyorsun Alcor?

Mizar'dan sevgilerle.



2 Nisan 2020 Perşembe

geri dönüş ve dönüşüm

Evettttttt biraz psikolojimiz bozulmuş olabilir ama blogger olma zamanı tekrar raflarda bestseller kısmına taşınmış diye duydum. Bence de öyle. Yazmalı insan. Yoksa çıldırır moda giriş yapabiliriz. Şu an haber kanallarını izliyorum ve size söyleyeceğim bir şey var. Abi lütfen maske takın. Biri takın diyor biri takmayın ama Çin'e bakın adamların hepsi takıyor. Var bir bildikleri.

Sevgiler


8 Ekim 2018 Pazartesi

Uyku-suz

Bu gece uyku tutmuyor geceyi, kayıp gidiyor saatler çığ gibi...

Kıyıda bekliyorum güneşi, doğacak biliyorum.

Bildiğim her şey bir tuhaf, dökülüyor pul pul kolu kanadı...

Doğacak dediler bekliyorum, belki de hata beklemek.

Yürümeli güneşe, bulmalı ve sormalı? Nerede kaldın?

Sormalı “ışığın vazgeçilmez parlaklığı ne zaman saracak bedenimi?

Sormalı “bilinen gerçeklerin neden her kuşa farklı fısıldadığını?

Tek gerçek yok bu diyarda. Tek doğru ise bindi bir atın eyerine uzaklaştı sonsuzlukla.

Uyku tutmuyor bu gece hiçbir perde mi...

Doğrular yitirdi benliklerini ve kederli bir pus kapladı içimi.

Bitti. Gitti. Yeni doğacak güneşe selam olsun.

Hiç kimseye sormadan, kimsenin doğrusuna saplanmadan, bazen yorulup dinlenerek bazense kendimi kaybedene denk yürüyerek yeni doğacak güneşe selam olsun...

Gaf


19 Şubat 2018 Pazartesi

Brahmamuhurta

Selam Sevgili Blogger,

Şimdi başlığa baktığında, yoga ile uzaktan yakından bir alakan yok ise, bu nasıl bir kelime diyebilirsin. Ama anlamını öğrendiğinde seninde benim gibi çok hoşuna gidecek.

Brahmamuhurta İlahların ışığı demek.

Güneş doğmadan önceki zaman, meditasyon ya da namaz kılman için derhal kalkıp uyanman gereken zaman. Hatta şöyle diyelim özet olarak; gerçekten uyanmak istiyorsan bedeninin kalkması gereken zaman. 

Çok güzel bir his herkes uyurken uyanmak öncelikle. Kuşlar, ağaçlar ve insanlar uyurken etraftaki o sessizlik içerisinde kendini dinlemek, farkındalığın kıyısında dans etmek ve neden, ne için, kim için bu dünyada var olduğunu düşünmek... Sadece kendin için. 

Bu dönem gene işsizim. İşim gücüm yok ve çalışırken nedense kendimden ne zaman uzaklaşsam Yüce Rabbim hemen önüme kendime vakit ayırabilmem için bir zaman aralığı çıkartıyor. Ve bu zaman aralığında ilk defa yaptığım işi sorguluyorum. Ben bu işi seviyor muyum? Bu iş beni mutlu ediyor mu? Niyetlerim çok değişti. Ve dualarım değişince diyorum ki içten içe kendime, 'Gaf sen cidden değişimi başlatmışsın, lafta sözde değilmiş bu afra taftaların...' Mesela bundan sonraki iş yerimde kendime olduğu kadar karşı tarafında kazanacağı paralar olsun istiyorum. Şimdiye kadar hep kendi cebimi düşünürdüm. Gerisine pek bakmazdım. Beni iyi anlamda sağlık ve kolaylıkla mutlu edebilecek bir iş için niyet ediyorum. Ve mümkünse görüşmek istemediğim kişiler ile karşılaşmayacağım ve onlara ihtiyacımın olmadığı bir alan... Kötü anlamda değil herkes iyi hoş güzel sağlıklı olsun ama, bazı insanlar bana iyi gelmiyor. Onlarla karşılaşmaz istemiyorum. Ve böyle bir dünya mümkün.

Neyse, sözün kısası yazmak istedim sana blog. Çünkü şu iki haftada gene güzel şeyler öğrendim. Harika ötesi şeyler. 2 haftadır saat 6buçuk gibi kalkıyorum. Bana ne faydası olacağını bilmiyordum ve hep duyduğum bir şeydi. Sabah çiğlerini yüzünde hissetmek. İnşaat sesi olmayan bir mahallede camı açıp önüne bağdaş kurup, gözleri kapatıp (gören biri olursa çatlak mı ya hu bu) demesine aldırış etmeden içine akmak. İlk gün pek beceremedim. Gözlerimi kısık kısık açıp baktım. İkinci gün daha rahat oldu. Önce gerçekten uyanıyorsun, sonra da bir ses duymaya başlıyorsun. Gerçekten! İçindeki sesi. Deli gibi mutlu bir ses... Nerdeydin bunca zaman, neden beni duymak için bu kadar geç kaldın?Hey sen ruhum musun, yoksa bu evrensel ses dedinilen şey mi? Derken ben onun ruhumuz olduğuna inanıyorum. Çünkü hep mantıklı ve doğru şeyler söylüyor. Kendimize söylemek istemediğimiz şeyleri. 

ZİHNİMİ SUSTURMAYI BECERDİĞİM HER AN ARTIK ONU DUYABİLİYORUM. 

Çünkü zihin hep konuşur, öyle der, böyle der, yarın ne yapacağım, dün ne yedim, akşam ne olacak, çocuk hasta olur mu, 4 sene sonra hangi okula versem, akşam ne yesek, yarın ne yesek, ütüleri yaptın mı, onu aradın mı, bak o sana ne yaptı, sen nasıl birisin, yetersizsin, harikasın, şimdi bittin...... konuşur, konuşur ve sen tüm gün ona cevap vermekle uğraşırsın. Tüm gün. ama farkında bile değiliz.

Hiçbir şey düşünmediğimizde ise, ruhumuzun sesini duyabiliyoruz.

Yaşanmış bir hikaye.

Neyse kısa kesmek zorundayım çünkü oğlum uyandı. Yarın aynı yerden devam :)

Işık ile.

Gaf